Yerli - Yabancı


Bir çift. Yani, zamanında öyleydi. Sevgiyi, üzüntüyü, mutluluğu, kederi, hüznü birlikte paylaşabilen.. Ama eskidendi. Şimdi onlar ayrı iki çift. Duygularını beraber paylaşmaktan yoksun, başkaları ile çift olma kararı veren iki çift.

Beyoğlunda bir barda aynı masada yalnızlar...

Gerçi bir sürü insan dolu oturdukları masa ama onlar yalnızlar. Ortak bir arkadaşın doğum gününde rastlanıldı bunca zamanın ardından. Bir iki ay olmuştu görmeyeli birbirlerini ama sevene uzun gelir böyle zamanlar bilirsiniz işte. Masanın biralar ile dolu olduğu bu dumanlı ortamda karşılaşılmak istenilmezdi belki. Ama o güne kısmetmiş benim eski sevgilimle göz göze geleceğim zaman. Önce ilk şokun etkisiyle bir tane 70lt lik bira söyleniyor. O yavaşça yudumlanırken masadaki sohbetten uzak eskinin yenisini süzüyorsun haliyle. O da aynısını bana yapıyor. Bunu ikimiz de biliyoruz. Kafadaki soru işaretleri tamamlandıktan sonra ortada dönen sohbete bir anda dalıveriyorsun. Her söylenen lafa gülmeye başlıyorsun. O da masanın bir ucundan senle sidik yarıştırır gibi sohbete dahil olup yüksek sesli espriler yapıyor. O gün üzüntülüde olsak mutsuzda olsak o masada gülünüyor. Çok iyi bir ilişkim var profili çiziliyor. Karşılıklı bir şekilde "eski günleri aratmıyor" mesajları veriliyor. Hatta daha mutlu olunduğu belli edilmeye çalışılıyor.

İkinci 70lt ler masalara diziliyor. Etraf eskisinden dahada dumanlı. Bu sefer yeni beraber olduğun sevgilini eskisinin gözüne sokarcasına hareketler başlıyor. Burda biraz ikimizde çekingen davranıyoruz göz kaçırışlarımızdan belli oluyor. Birbirimizi kıskandıracak ama fazla aşırıya kaçmayacak cilveler yapılıyor yeni sevgiliyle. Her bir hareket sonrası eski sevgiliye bakılıyor ne hissediyor diye. Tabi yeni sevgilinin de bir sınırı var o da masadaki sohbeti kaçırmamak, devam etmek için bırakıyor seninle oynamayı. Sonra ikimiz yalnız kalıyoruz işte.

Cüzdana bakılıp yol parasını kenara ayırdıktan sonra bir tane daha 50lt bira için para aranıyor. Bulunursa eğer üçüncü biramızla beraber son bölüm geliyor. İşte bu bira sadece seninle onun yalnız başınıza içtiğiniz bira oluyor. Yan masaların uğultuları, arkadaşlarının konuşmaları, muzik sesi, dumanlı görüntü kayboluyor. Baş önde boş yerlere bakılarak sessizce içiliyor 50lt lik bira. İkimizde bir an için eskiden yaşanılanları, paylaşılanları hatırlıyoruz. Gülümsüyoruz. Ardından utanıyoruz. Daha demin birbirimiz için yaptığımız o hareketlerin ne kadar küçük düşürücü ve basit olduğunun farkına varıyoruz. Aslında başından beri farkında olmamıza rağmen içindeki o garip dürtünün buna izin vermediğini biliyoruz. Sonra bakıyoruz birbirimize uzun uzun. Bu sefer çekinmiyoruz hiçkimseden hiçbir şeyden. Uzunca bir süre manasız bir suratla birbirimize bakakaldıktan sonra ayrılma nedenlerimizin aklımıza gelmesi, bir anda suratımızın kırışmasına ve kaşlarımızın çatılmasına neden oluyor. Göz temasını kopardıktan sonra düşüncelerimizden uzaklaşıyoruz. Biten biralarımızı masaya vuruyoruz.

Kalkıp atkılar bağlanıp montlar giyiniliyor. Herkes birbirine sarılıp veda ediyor. Onunla karşı karşıya gelince kocaman bir sırıtma eşliğinde tokalaşıyorsun. Suratımıza takındığımız bu gülüşün ne kadar yapmacık olduğunu bilmemize rağmen devam ettiriyoruz eylemimizi. Veda sırası eski sevgilinin yeni sevgilisine gelincede duraksıyorum biraz. Karşımdaki kadın yaşadıklarımdan hiç bir haberi olmaksızın mutlulukla gözlerimin içine bakıp içtenlikle gülümsüyor. İşte o an kendini kötü hissediyorsun yaptıklarından dolayı. Ama bu üzüntü fazla bir zamanını almıyor.
Şapkanı takıp çıkıyorum istiklale. Bütün duygu ve düşüncelerden sıyrılmış bir şekilde başımı yeni sevgilinin omzuna yaslayıp, karışıyoruz taksim kalabalığına.. İkimizde biliyoruz ki birbirimizi kandırıyoruz. Olmak istediğimiz gibi değil de olması gereken gibi yaşadığımızı.

Kalleş Domuz !

Bu domuzun gerçekten G.TÜNE KOYMAK istiyorum.

Nasıl bir gribi var bu meretin yaa. Şişman pembe vücuduna iri yeşil gözlerine aldanmayın sakın ! Ebe s.kiyo ebe...

Final haftamın geldiği bu zamanda kırmızı bir burun, mayhoş gözler ve sümüklü bir mendille oturuyorum. Akşama kadar izdivaç seyrediyoruz. Daha doğrusu ablam zorla izlettiriyor. Kendine has bir mazoşistliği şu var ablamın. Kendine acı çektirmeyi seviyor. Bizde kaldığında bana işkence yapmaya bayılıyor. Ailedeki hiç bir bireye de benzemiyor. Bazen evlatlık diye şüphelenmiyor değilim.

Şu domuz beni blog zevkimden bile alı koyuyor. Burnum sümük kusuyor resmen.

Kuş gribinin de, domuz gribinin de, sars virüsünün de anasına kadar yolu var... öyle işte.

Heh şöyle !



Blog yazmanın vermiş olduğu heyecan ile karşınızdayım artık. Her gün ergen bir kızın iltihaplı sivilcelerini patlataraktan günlük tutması yerine blogta yazı yazmayı tercih ederim. Sonuçta o modelde bir ergenden daha fazla şeyler bildiğime ve yazabileceğime inanıyorum. Zaten başarıya ulaşmak için ilk adım da inanmak gerekmez mi ?


Ben mandolin çalıyorum ! Evet öyle. Piyano, keman gibi klişeleşmiş ensturman değil haklısın. Annemlerin zamanında herkes okullarda flüt yerine mandolin çalmayı öğrenirlermiş. Şimdi ise bırak mandolin çalmayı mandolin hocası bulmak bile ne yazıktır ki çok zor. Allahtan bu görevi yerine getirip dünyadan gidecek olan son hocayı yakalamış bulunmaktayım.


Mandolin hocam 68 yaşında bir istanbul beyefendisir kendileri. Kendisi ingilizce ve fransızca olmak üzere 2 lisan da bilmektedir. Her haftasonu beyaz saçlara biryantin sürülmüş, ayakkabılar cilalı, rutubetli bir evi andıran parfümüyle kapımıza mandoliniyle birlikte dikilir. Hemen içeriye buyur edilir. Sabah gelmişse kahvaltı yapılır ardından benim odama çalışmaya çekiliriz. Tozlu raflardan alınmış türk sanat muziğinin çeşitli makamlarıyla çalışmalara başlanır. Hata kabul etmez. Net ses duymak ister. Duymadımı alır eline mandolinimi o başlar çalmaya bir yandan söylemeye. Adam her defasında öyle candan içten söyler ki son nefesini benim odamda vericeğinin endişesini yaşarım. Hele ince notalarda içim gidiyor. Detone olmamak adına kafasını kurt gibi kaldırıp ulurcasına bağırıyor ki o an artık ruhunu teslim ediceği andır diyorum. Kendisi çaldıktan sonrada mandolini bana uzatıp; "Şimdi baştan alalım küçük hanım." diyor. Ama ne olursa olsun seviyorum ulan ben bu türk filmi triplerini yaaaa.


Mandolin dersleri ve üniversite finalleri dışında yaptığım şey deftere özlü sözler, şiirler veya günlük şeyler yazmaktı. Yani her genç kızın gibi benimde sırlarımı, anılarımı, üzüntülerimi paylaştığım bir defterim oldu. Ama ben (heralde sanatçı ruhunun verdiği bir şey olsa gerek) yazılarımı milyonların görmesini istedim. Ve kendimi burada buldum. Kendim gelmekle kalmayıp ablamı da yani
~Turuncu Bayan~da zorla getirdim. Bu sıralar onun yazması için başında ilham perisi olarak gezinmekteyim. Kendisi evil bir abla olmasına rağmen çok iyi yazdığını düşünüyorum. Her ne kadar benim ilk aldığım mandolini KIRSA BİLE seviyorum onu. Abla işte atsan atamazsın, satsan satamazsın. Ama satabilsem baya para ederdi ona eminim =) Hiç olmazsa okul harcımı kapatabilirdim.


Daha yazılacak çizilecek çok şey var. Ama bir üniversite öğrencisinin finalleri olduğu gerçekliği de var. Ne diyelim o zaman;




Şimdi çalışma vaktidir.